Şubat 21, 2025

Yücel’in Kahramanlık Komedyası

Her dize, kendi içinde başka maceralara kapı aralıyor. Kimlik Bilgileri şiirinin "Giriştir" bölümü, hem otobiyografik hem de ortak bir mirası işaret ediyor.

Yirmi bir yıl sonra Müslüm Yücel’den “Kahramanlık Komedyası” geldi. Okb56 Yayınları tarafından yayımlandı. Yirmi bir yıl, şiir için uzun bir süredir. Bu kadar zaman sonra gelen şiirler ister istemez merak uyandırıyor. Bu uzun süre akıp giderken şüphesiz ki şair Yücel şiirler yazdı, söyleşti, durdu, kızdı, öfkelendi, kaybetti, umutlandı, yalnız kaldı. Ama şiir, ona sırtını dönmedi; hep bir yerlerde eşelenmeyi bekledi.

Eşelenen, anılardır, özlemlerdir, kaybedişlerdir, toplumdur, dar alanda politik mücadeledir, aşktır, doğdu toprakların kodlarıdır. Şiirlerde yakın tarihin izlerini görüyoruz, eskiye bir kanca gibi asılan ve sürekli sallanan bir sarkaç misali. Sarkaç demişken, Arthur Schopenhauer’un sarkaç metaforunun bize anlattığı ve özünde bir ıstırabı imlediği yerden şiirlere bakınca karşımıza ontik/varlığın verdiği hazzın yanında bitip tükenmeyen hesaplaşmanın imlediklerini okuyoruz. Esasında bu yakın tarih, yaşanmış olaylar silsilesi, hem şairin kişisel tarihidir hem de toplumun bir fragmanıdır. Evet, şair şiirlerini yirmi bir yıl yayımlamadı, ama bizi eleştirel yazılarından, denemelerinden de mahrum etmedi. Çok değil, bundan birkaç ay önce “Türk entelektüelleri” başlıklı bir yazısını okuduk. Bu yazı delilli, tespitli eleştirilerle var olan gerçekliği bir kez daha şairin kendi üslubuyla okuduk. Putlara kalemini yaklaştırdı; evet, belki putu yıkamadı ama sarstı, içlerinde derin yarıklar açtı.

Kahramanlık Komedyası, Müslüm Yücel, 230 sayfa, OKB56 Yayınları.

Duvarda açılan delik büyümeye mahkûmdur, bahse konu olan yazı “Türk Edebiyatı”nda bir delik açmayı başarmıştı, okundukça o delik büyüyordu. Hakikati sıvamaya çalışan Kemalist militanların durumu ise hazindi, dramdı. Tıpkı, yok sayılan halkının dili, kültürü, varlığının reddedilişine karşı giriştiği destansı direnişin verdiği o duvardaki açılan deliğin verdiği coşkuyu yaşadığımız itiraf etmeliyim… Şiir yazmaya gayret eden, edebiyatla hemhal olan biri olarak Yücel’in ilmik ilmik dokuduğu eleştirel yazılarını kaçırmadım. Ön açıcıydı; faşist, halk düşmanı yazar, çizerler tayfası yek yek deşifre edişini büyük bir keyifle okuduk. Tabii, daha sonra yazdığı yazının bazı “ürkek kuşlar” tarafından kaldırıldığını da hatırlatalım. Gazete bizim gazete, şimdilik susuyoruz; ama yarın bunun muhasebesi yapılacaktır şüphesiz.

Yazdığı eleştirel yazı nedeniyle başına gelmeyen kalmadı. Ev adresine kadar ifşa edildi, çay içtiği, dostlarıyla buluştuğu kahve bile hedef gösterildi. Bunu yapanlar, put tapıcılarıydı. Varlık sahalarına girilmişti; top koşturdukları sahanın ne kadar kötü, kokuşmuş, makyajla, süsle sıvandıkları dökülüyordu. Yücel’in yazısı bize bir kez daha Türklük Sözleşmesini hatırlattı.

Lakin zaman, eski zaman değildi. Her şey ortada, çırılçıplaktı. Saldırganlar kadar destekleyenlerin varlığı da artık bu zurnanın böyle ötmeyeceğinin ilanıydı. Saldırı varsa direniş de haktı-öyle de oldu. Nezaketten yoksun şairi, yazarı, örgütlüsü, aydını, okumuş cahilleriyle birlikte ortalığı toz dumana boğarak, asıl mesele olan eleştiriye doğru düzgün bir karşılık veremeyişleri, tıkandıklarını, artık çözüm üretemediklerini gösteriyordu. Türk edebiyatı, tıpkı içinde yaşadığı ve büyüdüğü sisteme benziyor-hatta onun bir kopyasıdır diyebiliriz. Tatlı, minnoş, şekercik şairler, yazarlar birden canavara dönüşünü gördük. Oysa sağlam bir yerden bu tartışmalar devam etmiş olsaydı, ne put kalırdı ne de tapıcıları. Bunu bildikleri için tehditlere başvurdular, ortamı kriminalize etmeye çalıştılar-tıpkı günümüzde AKP iktidarının, başta Kürtler olmak üzere, kendisinden olmayanlara uyguladığı tarife gibi. İktidarı eleştiren bu “aydın” kesimin, iktidarın kopyacılığını yapmaktan kendisini alıkoyamayışı nereye koyulacak?

Yücel’in politik alanı, yaşamı ve durduğu yerden anlattıkları, Kürt siyasi tarihinin de esasında bir izdüşümüdür. Ancak mesele yalnızca Kürt politik alanı değil; aynı zamanda devletin de Kürt halkına uyguladığı tarifenin kısa tarihini okuyoruz. Yücel, kadim dinlerin, sembollerin, toprağın, destanların, geleneğin içinden geçtiğini, tecrübeyle edinilmiş verileri estetikle harmanlayarak şiirsel olanla birlikte ortaya koyduğunu gösteriyor. “Kahramanlık Komedyası”, yedi kitaptan oluşuyor. Nehir şiirin güzel örneklerinden; akıp gidiyor. Üstelik yedi kitabın dışında kalan şiirler de mevcut. Kitabın girişinde yer alan şu sözleri yazmadan geçemeyeceğim: “Şiirler benden çıktı, isteyen hepsini kendi adına basabilir.” Bu yaklaşım anonim olana bir gönderme olarak da okuya biliriz. Zaten çağımız artık anonim çağı değil mi? Sözcükler, özlü sözler, kitaplardan alıntılar, şiirlerin birkaç vurucu dizesi, aforizmalar… Yaşadığımız dijital çağın başlangıcı, bize geleceğin anonim olacağının işaretlerini veriyor. Sosyalizm birazda anonimdir herkesin kaşığının daldırıp doldurduğu, istifade ettiği doğru düzgün bir sistem adıdır. Sahiplik, mülk edinme ve sahip olma hırsının vahşice savunulduğu, bir avuç toprak için toprağa düşenlerin olduğu bu dünyada, edebiyat ve plastik sanatların ortaya koyduğu eserlerin anonimleşmesi her halde narsist, mülkünü düşkünü olanlar dışında kimseyi rahatsız etmez.

Şiirlerin dizeleri uzun ve kırılmadan sesleniyor okura. Şiirlerin uzunluğu, her birinin birkaç bölümden oluşması, şiiri ve düzyazıyı birbirine yaklaştırıyor, lakin sınırı geçmiyor. Bir süre sonra, kayıp imgeler gibi bir yerlerde sallanan dizelerle baş başa kalınsa da gezilen, ortaya çıkan boşluklar, okurun arkasında bıraktığı dizelerle daha fazla içli dışlı olmasını sağlıyor. Yücel’in şiirlerini geride bırakırken aklımda Montaigne’in şu sözleri yankılandı: “Ben esasen kendimi araştırıyorum. Benim metafiziğim de fiziğim de bu.”

Montaigne’in bıraktığı yerden devam edersek, sanatın, hünerin, yazının, şiirin başat motivasyonu insanın kendisini araştırmasıdır-yani kendi içinde dolaşıp kendisiyle tanışması. Yücel, şiirlerinde kendini araştırıyor; kendisinden olanı cömertçe ama ketum bir tarzda verdiği aşikâr. Bu ketum tarzı-yani üstünü örtüp verişi-okuru zorlaması açısından önemli. Aslında, başka kapıların açılmasına da dayanak sağlıyor.

Yücel’in şiirlerinde geçişli dönem-zamana da şahitlik yapıyoruz; hızlı, yıpratıcı geçişlerden uzak, alt metni yerine oturtulmuş şiirler üzerinden rahatlıkla geçişler yapabiliyoruz. Şair, kendi tarihinin notlarını tutmuş. Politik sürecin getirdiği örgütlenme, sistemle ters düşme hali, varoluşun o çatışmalı alanında bulunan biri için şiirlerinin üstü kapalı, imgeye dayalı ve metaforlarla güçlendirilmiş olması kaçınılmazdır, dizeler bunu başarmış. Yaşama karşı takınılan tavır, düşünülen, düştüğü yerden yürünüyor şiire ve dizelerin işlenişinin belirleyicisi olur. Yücel’in kişisel varoluş süreci, kendi halkının, yaşadığı toplumun küçük küçük kesitidir. Ancak bu “küçük kesit”, tepeden tırnağa varoluş sancılarıyla doludur. “Kahramanlık Komedyası”, biraz bilmece, biraz da labirentin içinde dolaşmak. Kurulmuş bir düzenekte, okur anlatının verdiği kodlarla kimi zaman tarihin karanlık yerlerinde, kimi zaman ise dinlerin ve ritüellerin içinde geziniyor. Şair, dinle olan münasebetini ne kadar halletmiş olsa da çatışmadan ve sorgulamadan kaçınmıyor, belki artık elde ettiği, ikna olduğu veriler ışığında göstermek istiyor. Urfa topraklarında din-gelenek kaçınılmaz; onlarla yaşanılır ve onlarla sürekli çatışılır. Urfa’nın şairin hayatında ciddi bir yer kapladığını şiirlerinde anlıyoruz. Şiirler, çıktıkları yere benziyor: ölüm, direniş, gelenekler, raconlar… Misal, şu üç kelimeyle sık sık karşılaşıyoruz: melek, İsa, üç kavak. Bunlar hem sembol hem de şairi meşgul eden imgelerdir. Din ve dinler, şairin bırak(a)madığı bir meseledir, oyun ve sorgulama sahasıdır.

Kitabın ilk şiiri olan İtiraf, sekiz bölümden oluşuyor. Ve bu şiir, gelecek olan şiirlerin bir ön izlemesini sunarak okuru nelerin beklediğini hissettiriyor. Tabii, bu şiirlerin birbirine benzediğinin anlamına gelmiyor; her biri, bütünü oluşturan halkalar gibi. İtiraf şiirinde Yücel, anılarıyla bir hesaplaşmaya giriyor. Bu hesaplaşmayı saf imgeler ve metaforların desteğiyle açıkça dile getiriyor:

“Hatıralarım ruhumun yeşil otlarıdır.”
“Burada ekmeği bulan, tuzu saklıyor benden.”
“Babam, ilk gözaltına alındığım zaman / çağırdığım bir sesti: gel ve kurtar beni.”

Bu dizelerde-ve şiirin diğer dizelerinde-ev, ekmek, mücadele, kendi özerk sesiyle acının, kederin, derdin kayıt altına alınışı var. Yaşanan bunca maceranın, direnişin, mücadelenin suya yazılmadığını, unutulmaması gerektiğini vurgulamak gerek. Aynı şiirde şu dizeleri de okuyalım:

“Bir evim olmadı hiç / evin ahlak olduğunu söylerdi babam.”

Bu dizeler, bize ne anlatıyor? Babadan kalan bir miras görüyoruz: Evin ahlak olduğu fikri. Ama aynı zamanda, şairin hiçbir zaman bir evinin olmadığını da öğreniyoruz. Bu miras, mirasın reddi, felsefi bir yankı, bir yansımadır. Şiirin ikinci bölümünde dikkatimi çeken şu dize ise, gelinen yolun izlerini vermiyor mu?

“Bir deniz hayvanıyım, kimse izimi bulamıyor.”

Bu dize, yukarıda bahsettiğim politik mücadelenin bir dışavurumudur. Çünkü Kürt politik alanı, dinamitlerle doludur; bir dönemler saklanmak, iz bırakmamak en asli görevdi. Şimdilerde yıkılan korku duvarları, o günlerin mücadelesiyle püskürtüldü.

“Sakladığım her ölüme aşk diyorum bu yüzden.”

Üzerinde durduğumuz şiirde “buz” imgesi dikkat çekiyor. Buz, ilk anlamından bağımsız değil; bu bağlam üzerinden ilerlediğimizde, sistemle çatışmanın izlerini görüyoruz. Hepimizin bildiği üzere, sistemle derdi olanların mutlaka uğradığı karakolların soğuk, buz gibi nezarethaneleri vardır. Bu imge, o atmosferi hatırlatıyor.

Son olarak, kitap üzerine daha konuşacak, çözümlenecek, kafa yorulacak çok fazla şiir var. Her dize, kendi içinde başka maceralara kapı aralıyor. Kimlik Bilgileri şiirinin “Giriştir” bölümü, hem otobiyografik hem de ortak bir mirası işaret ediyor. Şair, kendini sınıyor-aynalarla, tanrılarla, tiranlarla. Şiir dört bölümden oluşuyor: Giriştir, Gelişmedir, Sonuçtur ve Not başlıklarıyla ilerliyor.

“Giriştir” bölümündeki şu sarsıcı dizeyi buraya bırakıyorum:

“Bir taş alırsın eline, bir ulus oynar yerinden.”

Evet, bu dize Kürtleri ifade ettiği kadar zulüm altında yaşayan diğer halkları da imliyor. Gerçeğin ve soyutun yan yana geldiği, felsefenin yıkıcılığının bariz bir şekilde görüldüğü Kimlik Bilgileri şiiri, toplumun ve şairin mensup olduğu halkın kimlik bilgilerini ortaya koyuyor. Yücel, tarihe bir kez daha notunu düşüyor. Düşünülen not ortaktır, hakikidir, şuurdur, gelecek olana olacaklara bir hatırlatmadır.